Camiamız, İslam binasına Kuran kapısından girmeyi önceler. İnsanın din için değil, dinin insan için gönderildiğini kabul eder, Câmiamız, tecdid, yani yenilenme ehlidir. Ne ki yaratılmıştır o yenilenmeye tabidir, yenilenmek mahlûk olmanın şiarıdır. Onun için eskiyen geçmiş şerîatler yenilenmiş ve son kitap sönmez olarak nazil olmuştur.Din eskimez, ama din dilinin zamana göre yenilenmeye ihtiyacı vardır. Bu bağlamda câmiamız, İslam’ı asrın idrakine söyletme gayretindedir. Niçini nasılın önüne aldık... Onun için nasıl diye sormadan önce, niçin diye sorarız. Nasıl, usûl ve sebeple ilgilidir. Niçin sorusuna aranan cevap ise bilinç inşa etmeye yarar. Nasılı geleneklere yaptırabilirsiniz, ama niçini geleneklere söyletemezsiniz.
Biz, mânayı lafzın önüne alanlardanız. Zira, kelimeler, âyetler ve sûreler, değerini içinde taşıdıklarından alırlar, onun için mânâyı lâfzın imanı biliriz. Biz, tertîli tecvîde önceleriz. Tecvîd lâfzını güzel okumak, tertîl ise mânâsını ‘güzel yaşamak için’ anlamaktır. Câmiamız, vahdeti sosyal tevhid; tefrikayı sosyal şirk kabul eder. Onun için bizi ayrılığa çağıranlara, “sen orada dur!” demişiz. Bizi birleşmeye çağıran herkesi de baş tâcı et- mişiz. Mezhebi, mektebi, cemâati ve asabiyeti takvânın yerine geçirip de üstünlük kabul eden her tür anlayışı reddetmişiz. Yürek devletinin taliplileriyiz. Kılıçla fethedilen yerlerin tüfekle elden çıktığını tecrübe etmişiz. Tarihin iki yatakta aktığını bilmişiz; imamlar ve sultanlar... Ve biz sultanların değil, imamların izini sürenlerdeniz. ‘Salâtımız efendimize desteğimizdir’ diyenleriz. Çünkü piyasada birçok peygamber tasavvuru olduğunu görmüşüz. Uçurulan, buharlaştırılan, göklere çıkarılan ama hayata taşınamayan peygamber tasavvurları!..
Öte tarafta ara kablosu gibi değerlendirilen indirgemeci peygamber tasavvurlarını da görmüşüz! Bu iki aşırı tavır karşısında demişiz ki; biz, Kur’an’ın Muhammed’inin takipçisiyiz... Rasûlullah’ı uçarken değil, hayatın içinde ve insan olarak görmeye hayrân olanlardanız. Bireye karşı şahsiyeti savunanlardanız. Biz şahsiyetimizle var olmayı, birlikte olmanın en güzel yanı nın “akıllı birliktelik” olduğunu; cemâdat değil Allah’ın rahmetinin cemâatle olduğunu ve tek başımıza elmas olmaktansa, birlikte gümüş olmayı tercih ettiğimizi beyân edenlerdeniz.
Takvâyı sorumluluk olarak anlayanlardanız. O zaman “üstün kimdir?” suâline, “kim daha sorumlu davranıyorsa, odur” diyenlerdeniz. Biz insanlığı ve âlemi, Allah’ın projesi olarak görenlerdeniz. Siyâset bilincimizi piramit değil saf düzeninde yapılandırmayı, güce değil liyâkat ve ehliyete itibar etmeyi, mutlak otoritenin Allah’a ait olduğunu sürekli hatırda tutup insanda mutlak erk vehmet-memeyi, kim yaparsa yapsın zulme karşı çıkmayı, kim olursa olsun adaletle davranmayı, insanlığın lider toplumu olduğumuzun bilinciyle ümmet adımızla müte- nasip olarak anne şefkatiyle davranmayı, hayatın nesnesi değil öznesi olmayı, siyaseti ufuk sahibi adil ve azimli şahsiyetler eliyle icra etmeyi önemsiyoruz.
Bizim ufkumuz sadece yeryüzüyle sınırlı değil, insanlık Allah’ın projesidir, biz “ya Rab, ilahi projende bizi de kullan”! diye dua edenlerdeniz.Hakikat, merhamet, adalet, meşveret ve maslahat ortak değerleri üzerinde maruf iyinin ve münker kötünün kabul edildiği bir insanlık ailesini hedefleyen insanlarız. İnsan, vahye göre “en güzel kıvamda” yaratılmış ve “yeryüzünün halifesi” kılınmıştır; yani yeryüzünü imar görevi insana verilmiştir. Sahip olmaya değil, şahit olmaya gönderilmişiz. Rabbimizin “De ki: ‘Benim tüm istek ve arzum, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah’a armağan olsun” emrini hayat düsturu edinenlerdeniz.